maratHOME ve Leadville Hallice Ağır Koşusu
Tamer Aker
Simon Kuper, haklı olarak “futbol asla sadece futbol değildir” der. Aynı bağlamdan yola çıkarsak “koşu da asla sadece koşu değildir”. Leadville İkiz Göller Hallice Yarı (Heavy Half) Maratonu’na giderken bunu daha çok hissettim. ABD, giriş çıkışların hafiften netameli olduğu bir ülke. Önceleri yaptığım bir Pakistan seyahati sonrası bunu deneyimlemiştim. Saatlerce kapıda bekletildim. Herhangi bir açıklama elbette yapılmamıştı. New York Maratonu sonrası ise Türkiye’ye dönerken uçağın kapısında sorgulandım. Maraton’dan kısa bir süre önce Afganistan’ın Kabil Kenti’nde bir “travma ruh sağlığı merkezi” açılabilmesi için değerlendirmelerde bulunmuştum. Sanıyorum Afganistan üstüne ABD pek hoş karşılanmadı. Sonrasında pasaportuma birkaç kez Pakistan, bir kez de Gazze eklendi. Bu “karma” sorun çıkarabilir mi diye düşünürken, Dünya karıştı. İsrail ve İran Savaşı’na ABD müdahale etti. Sonra ateşkes geldi. Ancak bana da geldiler; koşu rotasının yüksekliği, değişen hava koşulları, patikanın zorlu şartları gibi kaygılarımın yanına kapıdan dönersem kaygısı da eklendi. Yani, bir anlamda koşunun ilk cut off (eşik noktası) ABD gümrüğü oldu.
İstanbul’dan çıktıktan yaklaşık 12 saat sonra ABD kapılarındaydım. Burayı sorunsuz ve mümkün olan en az cümle ile geçtim. Colorado’ya ayak basmıştım. Bir süredir çocukluk yıllarıma ait nostaljik bir tat olarak hatırladığım yerli kültürü, Denver Havaalanı’nda beni eski siyah beyaz fotoğraflarla karşıladı. Çocukluğumda okuduğum çizgi romanlardan olan Teks’in kahramanlarından Novajo’ları siyah beyaz sergisinde görmek biraz dokundu doğrusu. Buraya küçük bir not da düşeyim; ne Teks’te ne de Zagor, Teksas, Tommiks gibi diğer çizgi romanlarda hiçbir kadın kahramanın olmaması ayrıca bir sorunsalmış. Geç idrak ettim.


Geceyi Denver Havaalanı’na yakın bir bölgede bulduğum bir otelde konaklayarak geçirdim. Kısa akşam ve sabah yürüyüşlerinde ABD’nin kentlerine karşı çok özenli olduğunu tekrar gözleme şansım oldu. Bu özenin tüm dünya için geçerli olduğunu söylemek mümkün değil. Sabah yetersiz bir kahvaltıdan sonra araç kiralayarak yola çıktım. Denver ve Leadville arası yol yaklaşık 160 km ve yol çok keyifli görüntülere eşlik ediyor. Leadville sapağından sonra oldukça sakinleşen bir trafik akışı var. Burası tipik bir “madenci kasabası” izlenimi vermekte. Vahşi Batı’nın eski kapılarından. Küçük bir yerleşim yeri. Yol kenarlarında, tabelalarda estetik amaçlı kullanılan çeşitli madenci araç ve gereçlerini görmek mümkün.

Yarış planlamasını, iklime alışma şansım olmadığı için Machu Picchu’daki gibi yaptım; gel ve koş, yüksekliğe ilişkin uyuma koşarken bakarsın. Hızlı kervan yolda düzülür mantığı… Maraton fuarı açık havada, samimi, sevimli ve katılım olarak da yeterliydi. Leadville’de ilk gecenin sabahı daha da kötü bir kahvaltı ve muhteşem Rocky Dağları manzarası ile karşılandım. Hafif bir serinlik olmasına rağmen havanın ısınacağı ve güneş ışınlarının yakıcı olacağı anlaşılıyordu.


Leadville Heavy Half Parkuru (ben hallice ağır demeyi tercih ediyorum) yaklaşık 25 km. 3200 metrelerdeki Leadville Kasabası’ndan başlıyor, gidiş ve geliş, daha doğrusu bir çık ve in koşusu. Koşunun yarısı %10-17 arasındaki eğimle 4200 metre yükseklikteki Mosquito Pass’e çıkılarak geçiliyor. Ağaç sınırlarını 3500 – 3800 metrelerde aşılmaya başlanıyor. Bu yüksekliklerde koşmak zorlu. Kısa koşularımı, uzun yürüyüşler izliyordu. Ağaçlar kaybolmaya başladığında zorluk artarak belirginleşiyor. Yürüyüş mesafelerim daha da uzayınca, çok daha kısa ama tempolu bir koşu ritmi yakalamaya çalıştım. Tek sıra ve kalabalık geçişlerde tempolu koşuyu daha fazla kullandım. Bir süre de adını sanını bilmediğim bir yol arkadaşı belleyip önünde ya da arkasında koş ve yürü yaptım. Zirveye kadar bir kontrol noktası vardı. Sıvı ihtiyacımı buradan karşıladım. Ayrılırken fark ettiğim kafeinli jeli de atlamadım. Kafeinsiz olmaz.


Zirve, yani Mosquito Pass posta arabalarının eski geçiş noktası. Bu arabaları temsilen küçük bir anıt da var. Doğrusunu söylemek gerekirse posta arabaları için keşke daha kolay bir yol bulsalardı düşüncesini de sıklıkla kendime tekrarladım. Belki böylece rota değişirdi. İkinci kontrol noktası zirvedeydi. Doyurucu ve besleyici olduğunu söyleyebilirim.
Memlekete bir sözüm vardı. Onu da Rocky Dağları’ndan seslenerek gerçekleştirdim. Umarım adalet için, güvenli bir gelecek için, meleklerimizin yitip gitmemesi için, başka canımız yok diyebilmek için bu sözler bir yerlere ulaşmıştır. Muhteşem manzarayı Kartalkaya’da uğurladığımız canlardan olan Ömür’le birlikte izledikten sonra güçlü bir istek ve yoğunlaşmayla inişi koşmaya başladım. Zemin taşlı ve küçük kaya parçaları ile kaplı olduğu için dikkatli ama elimden geldiğince hızlı inmeye odaklandım. Üçüncü kontrol noktası 6 km mesafede ve bir eşik zaman değerine (cut off) sahipti. Eşiğe takılmamakta fayda vardı. Sıcaklık ve güneş ışınlarının doğrudan etkisi artmakla birlikte aldığım sıvı dengesini iyi sağladım. Ya da iyi sağladığımı düşünüyorum. Tuzu, bir ABD klasiği olan pretzel krakerlerden aldım. İstek ve gücümü yeterli görmekle birlikte bir süre sonra tekrar yürümem gerekti. 17-18. kilometrelerde yer alan üçüncü kontrol noktasındaki eşik süreyi 35 dakika önce geçince yarış benim için bir anlamda bitmiş oldu. Sonrasında orman, ırmak ve göl manzaralı güzel bir iniş beni bekliyordu. Son bir kilometrede güçlü hissettiğim için tekrar tempo yapmak istedim ama nafile. İrtifa gücü keser. Durumu kabullenerek koşuyu 4 saat 45 dakikada bitirmiş oldum. Ve önemli bir not düşmek isterim; tüm rota boyunca tek bir atık veya çöp yoktu.

Bitişte hamburger ve içecek desteği çok iyi geldi. Kırmızı lahana turşusuna eklenen kişniş, doğrusu çok iyi fikirmiş. Kasabada biraz aylaklık yaptıktan sonra iki kilometre ötedeki otelime yürüyerek döndüm. Süre çılgını değilimdir ama bir fikir vermesi için bu bahsi açayım. Hemen hemen aynı yüksekliklerde koştuğum Machu Picchu’ya göre daha iyi bir sürede bitirdim. Machu Picchu biraz daha zor gibiydi. Leadville de Cabollo Blanco’ya göre bir tık daha zorlayıcıydı diyebilirim. Çekinerek kaygılı geldiğim bir koşu idi. Kendimden razı olarak bitirdim.

Leadville’deki ikinci geceden sonra yola çıkarak muhteşem ormanları ve Araphoa Bölgesi’ni geride bırakarak Denver’a ulaştım. Üç gecelik epey yükseklerdeki bir ziyareti ve bir hallice yarı maratonu İstanbul’dan çıktıktan yaklaşık 50 saat sonra koşarak bitirmiştim. Geride çocukluk kahramanları Novajo’ları ve son kez bu koşu için uzattığım saçlarım kaldı. Ben iyi hissettim. Ömür’ün de iyi hissettiğini düşünüyorum.

Leadville ABD’nin en zorlu ve efsanevi parkurlarından birisi. Belki kökenini Mosquito Pass’ten geçmek zorunda olan posta arabaları ve madencilerden aldığı içindir. Vahşi Batı’ya açılan bir kapı gibi. Geniş ovaları, sarp dağları, göl ve ırmakları ile müthiş bir doğası var. Novajo, Cheyyene, Kiowa, Araphoa gibi nice yerli kabilelerin yaşam alanları olmuş. Buralarda onları anmadan koşmak çok zor. Ve elbette madencileri… Parkur başlangıcında sıklıkla terkedilmiş kulübeler, vagonlar ve benzeri araçları görmek mümkün. Bölgenin doğa sporları, bisiklet ve koşu kültürü de eskilere dayanmakta. Neredeyse 50 yıllık bir geçmişe sahip. Burası, adeta madencilerin dayanıklılığını ödünç almış pek çok sporcunun mabedi gibi. Bu yıl buranın ağbi koşusu olan Leadville 100 heyecanlı olacak. 100 mil yarışına üç Raramuri’nin (Tarahumara) katılacak olması, Caballo Blanco koşusuna katılan amigoslarda epey bir heyecan yaratmıştı. Ağustosu ilgi ile bekleyeceğiz.
Deniz yüksekliğinde çalışmış biri olarak burada koşmak biraz sabır, yavaşlık ve kararlılık gerektirmekte. Çok yükseklerde başlayan parkurun, daha da yükseklere çıkması nedeniyle nefes çok önem kazanıyor. Nefesin de ortama ve kadim kültürlere has bir özelliği var elbette. Buralardan sufilere, budistlere ya da dünyanın tüm kadim kültürlerine daha adil bir dünya için gitsin diyelim. Bize de güvenli bir gelecek olarak gelsin.
Travma ve Afet Ruh Sağlığı Çalışmaları Derneği
Email: tardetr.2018@gmail.com